Bakanlık genellikle pek yoğun olmazdı. En azından benim için. Benim görevim genellikle işi bitmiş dosyalara şöyle bir göz gezdirip, onları bakana teslim etmek olurdu. Ancak bugün sıradan bir güne göre yoğundu. Büyük ihtimalle diğer birimlerde çalışanlardan birisi gelmemişti ve şimdi onun yükü benim üzerime yıkılmıştı. Hogwarts'dan mezun olduğumda bakanlık görevleri için zor demişlerdi de inanmamıştım. Genellikle yaşı ilerlemiş olanların çalışmasını da bana örnek gösterip 'Bak işte, bunlar gençliklerini yaşadılar; şimdi çalışıyorlar. Bu yıllarına yazık etme' demişlerdi. İnadına onları dinlememiş ve kariyerime hemen mezun olunca başlamıştım. Zamanla da alışmıştım aslında. Mevkim oldukça iyiydi. Üstelik asistanı olduğum bakan da bulunduğu konuma göre oldukça gençti. Yine de çalışırken bu gerçeği düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü işime konsantre olmam oldukça zor olabiliyordu. Şimdi de bu gerçeği unutmalıyım diye düşündüm. Çünkü önümde bir yığın iş vardı ve benim değil zihnimi boş işlerle oyalayacak, başımı kaşıyacak vaktim bile yoktu. Yoğun çalışma temposuna geri döndüm böylece. Ancak incelediğim her dosyanın ardından o dosyayla serinlemeye çalışmaktan kendimi alamıyordum. Bu da ekstra vakit kaybına neden oluyordu ve bunun anlamı akşam daha geç çıkmak demekti. Bu yüzden elimdeki kalemi bıraktım ve üzerimdeki siyah ceketi çıkarıp masanın bir köşesine attım. Ardından tekrar çalışmaya başladım.
Artık o kadar dalgın bir hale gelmiştim ki aynı satırı beşinci defa okuduğumu farketmem bile oldukça uzun sürdü. Biraz dinlenmeye karar verdim. Çünkü bu gidişle dosyaları bitirememekle birlikte, günün geri kalanında da doğru düzgün hiçbir şey yapamayacaktım. Başımı eğdim ve gözlerimi kapadıktan sonra ellerimle kafamı ovuşturmaya başladım. Biraz iyi gelmişti doğrusu. Tam bu sırada bakanın odasının kapısı açıldı ve ben, istemsiz olarak ani bir hareketle tekrar dosyaları incelemeye başladım. Bakan beni selamladıktan sonra asansöre doğru yürümeye başladı. Ben, ne olur ne olmaz diye o gidene kadar dinlenmeme ara verecektim. Asansörün geldiğini belli eden dikkat dağıtıcı sesi duyduktan sonra bakanın gitmesini beklerken o doğruca bana doğru geldi. Önümde duran adama doğru baktım. Bakışlarımdan ne kadar yorgun olduğumun anlaşıldığına emindim. O da bunu anlamış olacaktı ki hafifçe gülümsedi ve ardından yüzünü ciddileştirerek konuştu. "Mola? Yemeğe gidelim mi, ben ısmarlıyorum." Bu teklifin ardından oldukça rahatlamıştım. Biraz mola için neler vermezdim ki! Mimiklerimi kontrol edemedim; rahatlamanın verdiği mutluluk hissi yüzüme tebessüm olarak yansıdı. Ardından mola verecek olmanın beni sevindirdiğini açıkça belli eden bir ses tonuyla konuştum. "Şu durumda bir molaya asla hayır demem." Masamdaki yıkılmak üzere olan dosya yığınını biraz ittirdim. Kâğıtları, ait olduğu dosyaların içine tıkıştırdıktan sonra kalktım. Çantamla ceketimi aldım ve çok laubali olmayan, hatta aksine resmi bir gülümseme takınarak konuştum. "Pekâla, ben hazırım."